23 Mart 2010 Salı

Torunu Asu Meriç UYSAL ile





Çok sevdiği torunu Asu Meriç UYSAL ile çekilmiş bazı fotoğraflar.

Torunu için yazdığı AKROŞTİŞ şiiri ise aşağıda.

Altın Çağındasın ne güzeldir çocukluk
Sımsıcak bir sevgiyle kucaklar ebeveyn
Usludur sakın yapma derler sana çoğunluk

Mesele değil yavrum neşeli ol ve eğlen
Elini tutup senin lunaparka gidelim
Renkli salıncaklarla döner dolaplara binelim
İstersen daha güzel ufuklara koşalım
Çimenle üzerinde yatıp yuvarlanalım


Deden : Orhan UYSAL

21 Mart 2010 Pazar

Şeytana Borçluyuz

Dünyaya gelmemizi
Aşkın en lezzetli meyvesini
İnsanı,doğayı sevmesini
Şeytana borçluyuz....

Eğer Havva anamızı
Ve Adem babamızı
Uyarıpta
Yedirmeseydi yasak elmayı
Hiç akıllarında yoktu
Cennetten atılmayı

Dünya neye yarayacaktı ki insan olmadan
İnsanlar yer yüzüne yayılmadan
Bütün bu olanları şeytana borçluyuz
Bunlar hepsi uydurulmuş bir masal
Ne yaparsın ki bu masallara inanıyor insan

Orhan Uysal

6 Mart 2010 Cumartesi

Dünürü Fikriye Temizyürek'i Kaybettik

Orhan UYSAL'ın oğlu Hakan UYSAL'ın kayınvalidesi,eşi Nardane UYSAL'ın annesi Fikriye Temizyürek 03.03.2010 tarihinde beklenmedik bir şekilde yaşamını yitirdi. Oğulları Ünal ve Mahmut, eşi Mehmet Temizyürek, kızları Gülizar,Feruze ve Nardane idi. Orhan Uysal ile bu fedakar ana, öncü, mücadeleci kadın birbirlerini çok severlerdi.Fikriye Temizyürek'in yaşamını konu alan 06.03.2010 tarihli Radikal gazetesinde Erkan Goloğlu'nun yazısı aşağıda.

‘Fikriye’ dövmesi
Ünal, sevgili kardeşim!
Bu mektubu, özellikle sana yazmayı tercih ettim. Senin şahsında Fikriye’nin, kendimi de aralarında saydığım bütün evlatlarına seslenmek istedim. Sen, onun en küçük evladısın.
Niyetim, senin acını almak değil; bunu alamayacağımı biliyorum. Ayrıca ben de Fikriye’den mahrum kalmanın acısıyla baş başayken, buna ne kadar takatim var, emin değilim.
Çok canım yanıyor. Uzun zamandır Fikriye’yi görmemiş bile olsam, bir daha onu hiç göremeyecek olmak, beni çok acıtıyor.
Hiçbirinizin acısını paylaşmaya niyetli değilim. Hiç kimsenin benim acıma ortak olmasını da beklemiyorum.
Fikriye’ye bunu göstermeden, bunu ona belli etmeden, herkes kendi acısını dibine kadar yaşasın. Eğer başarabilirsek, hayatını bütün acılarımızı almaya vakfetmiş bu kadına, senin annene bunu hissettirmeyelim. Hayatının orta yerine bütün yoksulların ağrısını yerleştirmiş bu kadına, ağrına gidecek bir şey yapmayalım. Bunu anlarsa biliyorum, önce alay eder; sonra tutamaz kendini, bize küfreder.
Fikriye yaşarken bizimle alay ettiğinde kaçacak delik arar ve bulurduk. Bize küfrettiğinde sığınacağımız yer, yine onun koynu olurdu.
Şimdi çaresiziz. Şimdi o bizi yapmacık bulursa biz kime ne anlatacağız?
Kendimizi ona affettirmek için oynadığımız oyunlar, yaptığımız numaralar bile yaşadığımız aşkın bir parçası değil miydi? Hepimiz bir kadının hem çocukları, hem de âşıklarıydık. Bir kadın, hem hepimizin anasıydı, hem de flörtü. Aklıma gelince, yakamızdaki fotoğrafındaki gibi bir gülme alıyor beni.
Şimdi hangisi için onu suçlasam? Bizi az emzirdiği için mi, yoksa daha fazla kur yapmamıza izin vermeden aramızdan kayıp gittiği için mi?
Canım kardeşim!
Hangi kayıp diğerinden ağırdır, karşılaştıramam. Bir boşluk duygusuyla sana yazıyorum. Hangi boşluk daha derindir, ölçemem.
Sen, anneni kaybettin. Seyran’ın, Zafertepe’nin isyankâr çocukları, en cilveli, en muzip, en fırlama yoldaşını kaybetti. Kim kimi teselli etsin?
Acıyı acıyla tartamazsın.
Yaptığı çorbayı beğenmeyen kayınpederinin üstüne tencereyi boşaltmak isteyen bütün kadınlar yetim şimdi.
İşkenceci polisler neden anılarını yazmazlar? Yazsalar bile Tepebaşı
Güzelsu Sokak’ta, iki evladı kaçak bir annenin evine neden ayakkabı çıkarılmadan girilmez, bunu anlatamazlar. Bunu bize ancak evlerin nasıl temizlendiğini bilen bir kadın anlatabilirdi: Polisin bastığı evin kiri çıkmaz!
Bazen bir kadına kaldırdığı el, o erkeğin şansıdır. ‘Vur hadi yiğitsen’ diyen bir isyan, o erkeğin hayatında bir büyük imkân olur. Bir kadını her gün yeniden sevme imkânı... 4 Mart Perşembe günü, Karşıyaka Camii’nin avlusunu tarayan bir çift göz, hiç tanımasa bile o erkeği bulurdu. Bir kadın nasıl bir acı ve aşkla uğurlanır, görürdü bunu.
Geçtiğimiz hafta aynı günün gece yarısı otobüsüne kendimi atarak Samsun’a indiğimde, kimselerin olmadığı ıssız caddelerinde uzun uzun yürüdüm. Yaşasaydı, bu sokakların günün bu ilk saatlerinde bile bu kadar sessiz kalmayacağını düşündüm. ‘Benim Samsun’umu Güzelleştirme Derneği’nin Kurucu Başkanı’ ‘Ayı’ Cemil’i uğurlarken, bu şehrin artık hiçbir zaman güzel olmayacağını düşündüm. O da, Fikriye’nin evlatlarından biriydi.
Hepimiz gibi.
Sen anneni kaybettin.
O yok artık hayatımızda.
Ama çık sokağa. Dolmuşa bin, otobüs kuyruğuna gir, gecekondu mahallerinden yürü. Gördüğün her yoksulun, her ezilenin, her mağdurun teninde, bir güneş gibi parlayan
o dövmeyi göreceksin.
‘Fikriye’ dövmesi. Bir kahkaha, ömrümüz boyunca taşıyacağımız.
Bir ses! Çınlayıp duracak hayatımızda.
Onun her birimize ‘Get salak’ diyen sesi!