7 Şubat 2010 Pazar

HESAP VERİYORUM -3-

Babam o zamanın camisinde vaiz olarak ve bayramlarda din konusunda da köylünün o güne kadar hiç bilmediği güzellikte dersler vererek ilk aşamada halkın gönlünü kazanmakla işe başlamış. Bunun sonunda okulu yaptırmak için köylüyü inandırmış ve bu öyle bir şevkle ve sitekle olmuş ki babamın her gün bir evde konuk edilmesine, kendisine o zamanın konak tabir edilebilecek bir ev yapılmasına, oğlanlarını bile okula vermeyen köylülerin kızlarını hatta gelin olması yakın sayılan okul çağını çoktan aşmış olanların bile okula gelmesina kadar başarabilmiş.

Benim köye geldiğimde ki daha kırkımın yeni çıktığı bir devrede ve zatürreden ölümü beklerken, Jan Jak Russon’nun Emil’indeki gibi doğanın verdiği güçle ölümü yenmem bile mucize sayılabilir. Bir köy cerrahı :
- Hoca bu çocuk yaşamaz gel buna bir neşter atalım demiş.
Bu köy cerrahının neşteri irinleri ciğerimden akıtarak beni kurtarmış ki ona hayatımı borçluyum. Eğer sağ olsaydı ona ben de bir minnet borcumu ödemek isterdim. Bunu ancak çalışmalarımla o köye yedi köy çeşmesi ve asfalt yol yapılmasıyla bir nebze ödeyebildim ileride.

Konaklı köyünün benim hayatımdaki hatıraları burada noktalayarak daha ileriye gitmek istiyorum.

YARI BİLDİKLERİMLE BERABER YARI ANLATILANLARIN KARIŞIMI:

Babamın üç yıllık bir aradan sonra FİGANİ’ye tayini çıkmış. Figani köyü bugün Mecitözü kazasına bağlı yanında kaplıcası bulunan kırsal alanda fakir bir köy. Bugün önemli bir etkinliği olmayan o zamanın Çorum için tek kaplıcası özelliği taşıyan bu köyün anılarımda fazla bir yeri kalmamış. Babam bu köyde uzun süre kalmayıp benim de ilk okula başladığım ELVANÇELEBİ’ye tayin olmuş.

Köyün en bariz özelliği köyde Elvan Çelebi denilen bir yatırın bulunması idi. Okul ile evimiz ayni binada bulunuyordu. Büyük bir köy meydanının göründüğü iki katlı bir binanın altı evimiz üstü de dört sınıflı bir okuldan ibaretti. Bu köyde artık bir de Günhan adlı kardeşim dünyaya gelmişti. Daha önce benden büyük ablam Perihan la üçüncü çocuk oluyordu. Benim üzerime gelmesi nedeniyle ona karşı bir kıskançlık duymam gayet doğal ama beni üzen bir olaydı. Hele ki annemin ona karşı çok güzel olduğunu her sözüyle vurgulaması beni deliye çevirmişti. Köyün en çok aklımda kalan yanı köy meydanı ile okulun bitişiğindeki yatırlar ve mezarlıktır. Babamın baş öğretmen olması , kendinden başka iki öğretmenin daha bulunması okulun biraz daha düzenli ve büyük olduğunu, beş sınıfın ders görmesi de devre göre modern bir okul manzarası akla getirmekteydi. Tekrar gördüğümde okulun yeri değişmiş olduğundan yapısını hayal meyal hatırlıyorum. Ablam bu okulda ilk tahsiline başladı, benim ise henüz beş yaşında olmam nedeniyle ancak başka bir yere gitmeyeyim diye derslere giriyordum. Bunu bilmediğimden ben de sanki talebe gibi okulla haşır neşir oluyordum. Her sınıfa girmeme hiç bir öğretmen ses çıkarmıyordu. Böylece dört sınıfında derslerini dinleyip, bana hangi öğretmen yakınlık gösterirse onun sınıfında kalıyordum. Benim en çok sevdiğim öğretmen Cevdet bey adında genç ve çok yönlü bir öğretmendi. Bizi arada kırlara götürür, bize şarkılar söyletirdi:
Ulupınar bizim akar suyumuz
Elvançelebiden gelir bizim soyumuz
Atatürk’e tapınacak köyümüz
Milletini yükseltecek ilmimiz.

İlk aklımda kalan bu şarkının halen andığım ve sevdiğim idealist bir öğretmenden çıkması ileride benimde Atatürk’e tapacak kadar sevmemin ilk sebebidir. Babamın bana bu dönemde pek ilgisini hatırlamıyorum. Benim Cevdet beye olan sevgimin temelinde bu etken oldu sanıyorum. Bu dönemin bir çocuk olarak en büyük anıları ise benim okuyup yazmayı öğrenmiş olmamdır.

Hiç yorum yok: